ATALARDAN GELEN TRAVMA MI, TRAMVAY MI!
- Muzaffer Alemdar
- 7 Kas 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Şub
Atalardan gelen travma mı tramvay mı!
Atalardan Gelen Travmam Var
"Dedenden mi?"
"Yok, dedemin dedesinin dedesinden."
"O tramvay olmasın"
Atalardan gelen travma... Bu cümleyi spiritüel çevrelerde duymayan yoktur herhalde. Sosyal medyada da sıkça karşılaşırsınız. Peki, bu kavramı biraz daha derinlemesine düşünelim mi?
Hadi, beyninizin nöronları arasındaki elektriksel ve kimyasal sinyallerin etkileştirelim. Yani, düşünelim. Beynimiz olmadan bu eylem gerçekleşmezdi. Ne kadar ilginç bir organ, değil mi? Hiç, sabah kalkıp “Bugün de beynimi düşüneyim,” dediğiniz oldu mu? Ben demedim. Ama bu yazıyı yazdıktan sonra gün boyu beynimi düşünmek istiyorum.
Bu yazıda, spiritüel içsel yolculuğumuzda neden dedenin dedesinin dedesinin peşinden koşmanın anlamsızlığını birlikte irdeleyeceğiz.
“Ama daha önceki yazılarında düaliteden bahsetmiştin. Şimdi anlamsız diyerek bir ayrım yapmıyor musun? Hem sana anlamsız gelen başkasına anlamlı gelmez mi?”
Kim bu başkası?
O halde bir anımı paylaşmak istiyorum. Bir gün bir arkadaşımın ses meditasyonu çalışmasına katıldım. Meditasyonun ardından bir katılımcı, arkadaşıma “Bu benim için çok kötü bir deneyimdi, tetiklendim,” dedi. Kulak misafiri oldum, ikisi de gerilmişti. Yanlarına gidip dinledim. Konuşmaları bitince yanlarından ayrılmak üzereyken kız bana dönüp “Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” diye sordu.
“Hiçbir şey,” dedim.
“Size Instagram’dan takip ediyorum, bir arkadaşım yoga kampınıza katıldı ve çok güzel geçtiğini anlattı. Bir şey sorabilir miyim?” dedi.
“Tabii, lütfen,” dedim.
Atalarından gelen travmalardan, bu konuda aldığı eğitimlerden ve yaşadığı zorlu süreçten bahsetti. Ona, “Anlattıklarından tamamen kurtulabileceğin ve bu zor süreci hemen atlatabileceğin bir yöntemim var,” dedim. Çok sevindi. “Lütfen yardım edin, çok zor bir dönemdeyim,” dedi ve beni evine davet etti.
Evine gittim, çay içerken kendini ve süreçlerini anlatmaya başladı. Gitmediği aile dizimi kalmamıştı; her çalışmada karşısına yeni bir travma çıkıyordu. Reiki’den Theta Healing’e kadar birçok enerjisel çalışmayı deneyimlemişti. Yardım istediği herkes onu farklı bir çalışmaya “yönlendirmişti.”
Bu cümleden sonra, düaliteden ayrı bir zihinle yazacağım bir paragrafa geçiyorum.
“Yönlendirmişti!”
Yönlendiren kişiler onun zihnindeki kendi seçimleriydi. Kimse onu zorlamadı; o kız, hem bu insanları kendi yolculuğunda kendi yarattı hem de yönleneceği şeyleri kendisi seçti. Bu süreci, anlattığı gibi zor olsa da, içsel yolculuğunda kendini tanıması ve sonrasında kavuşacağı huzur içindi. Şu cümleyi yeniden okuyun: “İçsel yolculuğunda kendini tanıması ve zorluklarla mücadeleden sonra kavuşacağı huzur içindi.” Kişisel gelişim kitaplarından fırlamış bir cümle gibi, değil mi? Ya da Instagram’da kaydedip bir daha asla izlemediğiniz spiritüel videoları anımsatıyor.
Peki neden o cümleleri duyunca hevesleniriz?
Çünkü sen de bir zorluk yaşıyorsun; maddi, manevi, belki aldatıldın, her gün ağlıyorsun. Ve o cümleyi duymak seni nasıl da bir an heveslendiriyor! O yüzden hemen kaydediyorsun, ama sonra bir daha izlemiyorsun. İzlemeyi bırak, ikinci gün yine “zorlu bir dönemdeyim” diye içten içe kendine söyleniyorsun.
Bu durumun tek bir kök nedeni var. Diğer düşündüğünüz tüm nedenler bu kökün dallarıdır. O kök neden ise zihninizin düalitede olmasıdır. Zihin, düaliteden çıktığında hiçbir neden kalmaz.
Pekiştirmek için örnek verelim: Bir travmanın içindeyken, huzursuzluk hissediyorsun. Bu durumda, huzur ve huzursuzluk ayrımındasın. Zor bir süreç diyorsun; bu da zor ve kolay ayrımını yapan bir zihindir. Düaliteden ayrılan bir zihinde ne zor vardır ne kolay, ne huzur vardır ne huzursuzluk, ne de travma... O zihin, her şeyi olduğu gibi görür ve kabul eder. Tam bir teslimiyettedir. Akıştadır.
Atalarımdan gelen travma… Normal bir travma olmaz zaten; havalı olmalı, atalarından gelmeli. Çünkü spiritüelsin ya, basit bir travma yetmez. Spiritüel insanların konuştuğu cümlelerle havalı bir travma yaratmalısın. Atalardan gelmeli! Ahh, o içeriye gizlenmiş egolar... Sana travmanı bile havalı hale getirtiyor. Bu konuyu “Ego” başlığı altında başka bir yazımda ele alacağım. Şimdi gelelim hikayemin devamına.
Biraz sohbet ettikten sonra, “Artık yöntemimizi uygulamaya başlayalım,” dedik.
Elimi alnına koyup bir müddet bekledim. “Şimdi sana, şu anki huzursuzluğundan mutluluğa giden yolu ve girdiğin o sarmaldan kurtulmanı sağlayacak yöntemi anlatacağım,” dedim. “Ama bunu şimdi değil, bir iki gün sonra söyleyeceğim.” “Tamam,” dedi. Gözleri ışıl ışıl olmuştu sevinçten.
İki gün sonra yeniden buluştuk. Çok heyecanlıydı; söyleyeceklerimi yazmak için kağıt kalem bile getirmişti. Ortam oldukça spiritüeldi; tütsüler yakılmış, arkada mantralar çalıyordu. Oturup karşılıklı bağdaş kurduk, ellerini tuttum, bir müddet gözlerimizi kapayıp sessizce bekledik. Sonra,
"Evet," dedi, "Söyleyeceklerini duymaya hazırım."
“Şimdi sana söyleyeceğim şeyin nedenini bana sormamanı istiyorum.”
“Tamam.”
“Sinemaya git.”
“Sinemaya mı? Pardon, sormuyorum.”
Ve gözlerimizi açtık.
Onda bir tatminsizlik olmuştu haliyle; hep duyduğu şeylere benzer spiritüel cümleler, sözler, teknikler, kurallar, yöntemler bekliyordu. Sinemaya git deyince haliyle şaşırdı.
Aradan üç gün geçti.
Telefon geldi, arayan o kızdı.
“Şimdi neredeyim biliyor musun?” dedi.
“Neredesin?”
“Bir arkadaşımla sinemaya gidiyorum,” dedi sesinde huzurlu bir enerjiyle. “Ne demek istediğini anladım ve şu an kendimi çok hafiflemiş hissediyorum.” dedi.
Sinemaya git. Bu cümleyi kendi idrak etmesini istemiştim. Neden sinemaya git dediğimi o gün söyleseydim, pek bir anlam ifade etmeyecekti. Yazının başında söylediğim gibi, beyninin nöronları arasındaki elektriksel ve kimyasal sinyaller devreye girdi. Yani düşündü.
Düşünmek… Kızın, bu spiritüel sarmala girip atalarının peşinden koşturmadan önce mutlu bir hayatı vardı. Arkadaşlarıyla takılan, sinemaya giden, gezen biriydi. Ama bu sarmala girip travmalarını kurcalamaya başlayınca depresif bir hal aldı. O üç gün boyunca, Sinemaya git cümlemi düşündü; yani beyni, huzurlu ve huzursuz olduğu dönemlerin bir karşılaştırmasını ona hatırlattı.. Bu hatırlayış zihninde zamanla şöyle bir fısıltıya dönüştü: “Boş ver, hayatını yaşa. Travman olsa ne olacak? Sen şu andasın. Bak, şimdi bir sinema var; eskisi gibi git ve izle. Ciddiye alma. Sen ciddiye aldıkça huzur senden uzaklaşacak.”

Üç ay sonra yeniden görüştüğümüzde, o kasvetli, depresif auradan eser yoktu; ışıl ışıl parlayan bir enerjiyle sarıldık birbirimize.
Şakayla sordum, “Hayırdır, ne oldu travman?”
“Artık travma yok, tramvaya biniyorum,” dedi ve Taksim’de tramvaya binip dondurma yedik.
Namaste
Eyvallah.
Comments