top of page

ÖZGÜR ZİHİN! BİR MANDALİNA YER MİSİN?

Güncelleme tarihi: 13 Şub

Özgür zihin! bir mandalina yer misin?

İstanbul dışında düzenlediğim "Bir Ses Yolculuğu" ses meditasyonu çemberim için gittiğim yerlerde genellikle bir hafta daha kalıyorum. Yazları çoğunlukla bir orman bulup çadırımı kuruyorum; kış aylarında ise katılımcılar, “Hocam, nerede kalacaksınız?” diye soruyor. “Bilmiyorum,” diyorum. “Bizde kalabilirsiniz,” diyorlar. “Tamam,” diyorum.

“Bizde kalabilirsiniz.”

“Rahatsız etmeyeyim.”

“Hayır, ne rahatsızlığı?”

“O halde, kalayım.”

Şimdi düşünün: “Rahatsız etmeyeyim,” cümlesini şimdiye kadar kaç kere söyledin? Ya da uzatılan bir mandalinayı kaç kez geri çevirdin?

Düşündü mü peki? Geçmişe gidip o anı zihninizde yakalayabildin mi, yoksa düşünmeden okumaya devam mı ettin? Her ikisi de olabilir. Belki de yazıyı okuyunca düşüneceksiniz. Ne kadar çok seçenek var, değil mi? Bazıları okurken frekanslarla okur. Kurulan cümleler ve kelimeler, zihinlerinde titreşimlerle bir film gibi canlanır. Yani, hem okur hem izler. Bu durum, iletişim kurduğunuz kişilerde de olabilir; karşınızdakinin ağzından çıkan kelime ve cümleler, bir film sahnesi gibi canlanır zihninizde. Sonra bir bakmışsın, dokunduğunuz ağacı dinliyor, sevdiğiniz kedi ya da çiçeğin dili çözülüyordur.

“Nasıl yani, ağaç mı konuşuyor, deli misin?”

Şimdi burada duruyorum, çünkü bu bana bir bölüm açma fikri verdi. Teşekkür ederim hatırlattığın için. Bu bölümde kendini arayış, yani spiritüel yolculukta, bir ağaca ya da kediye dokunduğunuzda veya aya bakarken, kulaklarınızda duyacağınız seslerin tezahür evrelerini anlatacağım. Yani, bağlantıya geçiş evresi.

“Wi-Fi’ye mi bağlanacağız?”

“Hayır, ebene.”

“Ebeme mi?”

“Evet, ebenle tekrar bağlantı kurma sürecini anlatacağım. Fiziksel olarak sana ilk dokunup seni annenin rahminden çıkaran elle. O ilk dokunuş, kıçına vurulan ‘şak’ sesi ve gözlerin kapalıyken sana bakan o ilk göz. O anı hatırlıyor musun? Ya o göbek bağının kesilip, dünyaya tekrar bağ kurmak için geldiğini, hatırlıyor musun?

“Kafam iyice karıştı, ne bağı, ne kordonu?”

Kafanın karışması, senin kafa karışıklığın... Bu beni neden ilgilendirsin ki? Ben yazıyorum, senin kafa karışıklığını mı düşüneceğim.

“Ne oldu, alındın mı?”

“Evet, beni düşünmediğin için alındım.”

“Offf, yine bir farklı konu açıldı, harika.”

Şimdi lütfen kendine sor: Birinin seni düşünüp düşünmemesi, sevip sevmemesi neden seni ilgilendiriyor?

Değer görmek, düşünülmek, ilgi görmek herkesin ihtiyacı değil mi? Bu, insanı daha huzurlu ve mutlu kılmaz mı?

Sen öyle düşünüyorsan, tabii ki öyle. “Kılmaz,” yani olmaz demek sana saygısızlıktır. Her şey olur! Her şey! Aldatılmadın mı hiç, mesela? Aşkım, canım, cicimler havada uçuşurken, ona dokunup gözlerinin içine bakarken, sana “Seni çok seviyorum,” derken, sonra aldatmadı mı seni? Ne oldu, canımlar, cicimler? Her şey olur. Ve bu olan her şey, çile ve zorluktur; acıdır. İşsiz kalmadın mı hiç, parasız?

“Evet, ahh tabii kaldım; çok zor süreçlerden geçtim ve hala zor bir süreçteyim.”

Ah, kuzum, o çile ve zorluklar seni büyüten, geliştiren şeylerdir. Yolculuğun lafta değil de içsel bir yolculuk olabilmesi ve sıçrayışlar gerçekleştirebilmen için, çileli ve zorluklarla dolu olması gereklidir; hatta zorunludur.

Ama ben zenginim, zorluk çekmedim; ne maddi ne de manevi... İçsel olarak kendimi tanıyıp açılımlar yaşayamayacak mıyım yani?

Yaşayacaksın, fakat şöyle gerçekleşecek:

1’den 100’e kadar bir skala düşün. Sen, yolculuğunda 10’a kadar ilerleyebilmek için şu anki bedenindesin. Bu 10, sana 100 gibi gelebilir, ancak sen bunun 10 mu, yoksa 100 mü olduğunu idrak edemezsin. Daha ilerisine çıkamazsın. Örneğin, meditasyon yaparken renkler gördüğünde kendini aydınlanmış hissedip arkadaşlarına anlatabilirsin; hatta “Erk hayvanım ejderha,” deyip sağda solda dolaşabilirsin. İşte bu, senin kendi içinde 100’e ulaşmış halindir ve senin yolculuğun budur. Bunun yanında bir de evrenin tanımladığı içsel yolculuk vardır: 100’lere ulaşman için bazı aşamalardan geçmen gerekir, yıkım gibi, çile gibi, ölmeden önce ölmek gibi.

Kurallar mı var peki?

Evet, sistemin bazı kuralları var.

Mesela, dedikodu yapmaya ve insanları yargılamaya devam ettiğin sürece ne meditasyon yaparak kendini tanıyabilirsin, ne de gün içinde 9.999 kez “Allahu ekber” ya da “elhamdülillah” diyerek yaptığın dualar Yaradan’a, Allah’a ulaşır. Ulaşması mümkün değildir; bu evrenin bir kuralıdır.

Allah, mutlak güç, Tanrı, Brahman, içimizdeki öz, makro kozmos, Tengri... Hangi isimle hitap edersen et, O, saf sevgidir. Ve o saf sevgiyle bağlantıda olmak yalnızca saf sevgi frekansında olan kişilerle mümkündür. Düşünsene, bir yandan insanları aldatıyor, dedikodu yapıyorsun; sonra dua ediyorsun, “Allah duamı kabul eder” diyorsun. Ne büyük yanılgı! Bu evrensel bir kuraldır, yasa gibi düşün.

Şimdi günlük hayata bakalım. Dedikodu frekansında olan bir zihinle dedikodu frekansında olmayan bir zihin, yani iki insan, arkadaş veya dost olamaz. Aynı şekilde egolu bir insanla egosuz biri arkadaş veya sevgili olamaz. Önce olurlar, hatta iyi anlaşırlar. Sevgili olup aşk da yaşarlar; sonra bir gün bam! Ayrılırlar. Peki, neden ayrılırlar? Çünkü görmeye başlarlar! Önceleri gözlerinin önünde bir perde vardır, güzel sözler, iltifatlar, o saf kızın veya oğlanın gözünün önüne perde indirir. O perde, zamanla karşı tarafın davranışlarıyla yavaş yavaş aralanmaya başladığında kişinin gerçek özü ortaya çıkar. Bu ortaya çıkış, başlangıçta rezone olan frekansları derezone hale getirir. Yani enerjileri farklı frekansa düştüğü için ayrılırlar.

Şimdi düşün, o gözünün önüne inen perdeyi fark ettiğin bir zihinde olduğunu. İşte bu fark etme hali, mistik bir güçtür.

Şimdi, mistik gücü fark edenlerle fark edemeyenler hakkında güzel bir konuya geçiyorum: “Kızım, bu oğlan sana yaramaz.”

Bu konudan sonra yazmayı düşündüğüm “Mandalina Yer Misin?” yazısını yazacağımı tahmin ediyorum.

“Kızım, bu oğlan sana yaramaz.” Yaşlı bir anne, babaanne ya da anneanne bu lafı söylediğinde genellikle o oğlan gerçekten kıza yaramaz. Çünkü babaanne, kızın gözlerinin önündeki perdeden bakmaz oğlana. Açılmış çakraları sayesinde oğlandaki o özü görebilir. Babaannenin reikiden, çakralardan, meditasyondan haberi yoktur. Ama bilinçsizce bir hissediş halindedir. Yüzüne güldüğü arkadaşlarının sosyal medya paylaşımlarına bakıp fesatlık veya kıskançlık duygularıyla çakralarını tıkamamıştır; enerji, bedeninde tertemiz, su gibi akar. Bu açık çakra hali, oğlanın sesindeki titreşimlerden, elini sıktığında hissettirdiklerinden, kokusundan veya mimiklerinden o manipülatif benliği görebilmesini sağlar. “Kızım, bu oğlan sana yaramaz,” dediğinde tabii ki kız, babaannesini dinlemeyecektir; ama sonunda genellikle babaanne haklı çıkar.

Şimdi, babaanne gibi bir güce sahip olduğunu ve bunun da farkında olduğunu düşün. Adeta bir süper kahraman gibi olursun.

“Peki, ben bu güce sahip olabilir miyim?”

mandalina yer misin!
mandalina yer misin!

Sahip olamazsın, çünkü o güç zaten sende, kök bölgede, omurganın en altında; sadece uyanmayı bekliyor. Buna “kundalini” denir. Yogadaki nihai amaç, o da kundaliniyi uyandırmaktır. Kundalini uyanışı ile ilgili bir yazımı da yakında kaleme alacağım.

Tamam.

Kundalini’si uyanan bir yogi, bu “görme” halini her an yaşar. “Yogi”, yogayı yalnızca hareketlerden ibaret görmeyen, yoganın tüm basamaklarını uygulayan kişidir. Kadın yogilere ise “yogini” denir. Örneğin, hiç yoga hareketi yapmadan yogi olunabilirken, günde 15 saat yoga hareketi yaparak yogi olunamayabilir. Çoğunlukla yoga asanalarıyla mücadele eden, yani zorlu hareketleri yapma hırsında olanlar yogi olamaz, çünkü bu mücadelede ego vardır. Yogi, egonun olmadığı bir zihin halidir.

Bir yogi, o babaannedeki frekansları hissediş halini sürekli yaşar. Her karşılaştığı, konuştuğu kişide onun aura, yani enerji alanını görür. Bu bazen renklerde, bazen seslerde olabilir. Mesela, biri size yalan söylediğinde bunu anlamak istemez miydiniz? Veya bir ortak iş yapacağınız kişiye güvenip güvenemeyeceğinizi görmek... Yogilere yalan söylendiğinde onlar, karşılarındakini eğlenceli bir şekilde dinler. Etkilenip etkilenmediğini anlamazsınız. Karşılarındaki kişideki tüm karanlık yanları görebilir ve sessizce uzaklaşabilirler.

“Çok iyiymiş! Peki, ben yogi olabilir miyim?”

Olabilirsin. Sekiz basamaklı yoganın yedi basamağını uygularken yaşayacağın süreçleri, meditasyon ve arınma çalışmalarını, evreleri anlatmaya başladığım bir bölüm var. Aşağıdaki tavsiye edilenler bölümünden ilk yazımı okuyarak bir adım atabilirsin.

Şimdi sana bir mandalina uzatsam yer misin?

Ses meditasyonları atölyelerim için İstanbul dışına gittiğimde, yazları genellikle ormanda bir yer bulup çadırımla kamp yaparım. Kışın ise bazen arkadaşlarımın yanında, bazen de katılımcıların davetleriyle onların evinde kalırım.

Davet ettiklerinde, bugüne kadar hayır dediğim pek olmamıştır sanırım. Hemen “evet” deyip giderim. Kalmak istemediğimde ise “hayır” derim.

“Rahatsız etmeyeyim ama” demem.

Hayata net olun.

“Rahatsız etmeyeyim” dediğiniz anda, daveti kabul ettikten sonra o kişi de ve siz de rahatsızlık titreşimi yaymaya başlanır ve bu titreşim samimiyeti azaltır. Rahatsız olacaksa zaten sizi davet etmezdi. O halde, neden sırf kibarlık olsun diye akışı bozuyorsunuz ki?

Özgür olun. Ya “tamam” ya da “hayır” deyin. “Çok iyi oldu, çok teşekkür ederim,” deyin. Samimiyeti o an yayın.

Mesela, biri size bir yiyecek ikram eder, bir mandalina uzatır. “tokum, mandalina yemem,” der ve geri çevirirsin. Hatırlar mısın?

Hiçbir şeyi geri çevirmeyin. Sevmiyor olabilirsiniz; alın ve bir çocuğa verin. Sizi düşünen biri size bir şey veriyor, sizinle ilgileniyor. “Ama tokum!”… Ulan hiç acıkmayacak mısın? Al, acıkınca yersin.

Zihin özgür olmadığında, insan bu tür davranışlar sergiler. O mandalinayı almamak, çok basit bir davranış gibi görünüyor değil mi? Oysa, mandalinayı geri çevirmeden, teşekkür ederek almak ne yüce bir davranıştır! Sırf size mandalina verdi diye ona şükran duymak, o hislerle o mandalinayı yemek ne büyülü bir andır! Düşünsenize, bir insan size mandalina soymuş ve ikram ediyor.

Yakalamak: Bu küçük anları yakalayıp mutlu olan, şükran duyan birisi, ilahi olana ulaşmış insandır.

Şimdi size bir tüyo vereceğim; bu, yazıdan sonra yapacağınız bir farkındalık pratiği olacak. Enerjiyi görme, frekansı hissetme çalışması gibi düşünebilirsiniz. Bir yerde oturuyorsunuz ve biri herkese bir yiyecek vermeye başladı. Veren kişiye bakın, yiyeceği alanlar olacaktır ve almayanlar da... O almayan insanları, oturduğunuz süre boyunca gözlemleyin. Mimiklerine, konuşmalarına, ses tonuna iyice odaklanın; bir şey hissedeceksiniz... Ancak bunu yargılayan bir zihinle değil, yalnızca izleyerek yapın. Belki küçüklüğünde oyuna alınmayan bir çocuğu, belki cips alan arkadaşının herkese cips dağıtırken ona vermeyişini görebilirsiniz. Kendini değersiz hisseden bir zihin belki… Ya da belki hiçbir şey, yalnızca sevmediği için almamıştır! Sadece izleyin. Bu izleyişler, kendinizi tanımanız, enerjiyi hissetmeniz, aurayı görmeniz ve çakraları hissetmeniz için yapacağınız en etkili çalışmadır. Enerjiyi deneyimlemek için bu mükemmel fırsatları kaçırmayın. İzleyin…

Hayatınızı küçük hareketlerle dönüştürebilirsiniz. Bunlar adımdır, dönüşümdür, ilerlemektir.

Değiştirin! Mesela bugünden sonra ne verirlerse alın, teşekkür edin. Mesela biri mandalina verdiğinde, gözlerinizi kapatın yemeden önce ve düşünün: Size biri mandalina vermiş, “Aman Allah’ım, biri bana mandalina verdi,” deyin. O an için şükredin; size verilen mandalina için, o mandalinayı yaratan toprak için, onu besleyip büyüten su için, rengini açtıran güneş için, güneşi yaratan için, mandalinayı yiyebilen bir ağzınız olduğu için, kokusunu hisseden burnunuz olduğu için şükredin... Ve sonra mandalinayı yiyin. O yeme anı, ne kutsal bir an olacaktır!

Sizi çağırdıklarında mesela; kim var, o var mı, nereye gideceğim, ne yapacağız demeden teslimiyeti canlı yaşayın. Bakın ve izleyin, bu uyumun sonra nasıl da bir melodiye dönüşür. Nasıl da kuşlar gibi hafif olur o zihin. O zaman özgürlüğün tadını çıkarırsınız. Küçük adımlar nasıl da büyüyecek… Bir mandalina alarak başlayın! Bu adımlarla siz de genişleyeceksiniz.

Bugünden itibaren deneyin. Akışa bırakın, yıkın kalıpları. Her yıkış, zihninizde özgürlük tohumlarını büyütecek. Şimdi düşünebilirsin: “Ama orada Ayşe de var, sevmiyorum onu.” Ayşe’yi kucaklayın demiyorum; kalıplarınızı yıkın. Üç boyutlu değil, daha geniş düşünün. Şimdi yıkın ki özgürleşebilesiniz. Yıkmadan özgürleşemezsiniz.


Sevgi ve ışıkla.


















 
 
 

Yorumlar


© 2023 by Muzaffer Alemdar Tüm hakları saklıdır.

MESAJ GÖNDER

 

​​

​muzafferalemdar1@gmail.com

  • Black Instagram Icon
  • Black YouTube Icon
bottom of page