BIYIKLI ADAM VE SARI KEDİ! bİR MEDİTASYON MACERASI...
- Muzaffer Alemdar

- 16 Eki 2024
- 3 dakikada okunur
Yaklaşık iki yıl önce, psikolog bir arkadaşım beni düzenlediği bir psikoloji kampına davet etti. Amacı, katılımcılara yoga ve ses meditasyonu ile destek olmamdı. Kendi düzenlediğim kampların dışında da, böyle davetlere katılıyorum; çünkü bu buluşmalar, birbirimize destek olduğumuz, paylaşarak büyüdüğümüz ve derin bağlar kurduğumuz anlar yaratıyor. Kamp İzmir’de, doğayla iç içe bir oteldeydi. Psikolojik çalışmaların ağırlıkta olduğu, insanların kendilerini ifade ettikleri ve yakın bağlar kurabildikleri bir buluşmaydı. Zaman zaman, gözlerimizin içine bakıp, sözcüklerin ötesindeki duyguları hissetmek ve her şeyin doğal akışında olmasına izin verdiğimizde, bu gözlemler bizi derin bir farkındalığa taşıyor.
Kampın ilk günlerinde, diğer katılımcılar arasında, siyah takım elbisesi ve pos bıyıklarıyla sert ve ciddi bir duruşu olan, orta yaşlı bir adam dikkatimi çekmişti. Yanında her zaman yardımcısı vardı ve konuşurken oldukça ciddi ve kararlı bir hali vardı. Sözcükleri tartarak, güven veren bir ses tonuyla konuşuyordu. Fakat onunla diyalog kurma fırsatımız olmamıştı.
İkinci gün, akşam saatlerinde bir psikolog arkadaşımız bir atölye düzenleyeceğini ve benim de o atölyenin sonunda handpan çalmamı istedi. Atölyenin amacı, katılımcıların çocukluk anılarını, sanki o an yaşıyorlarmış gibi anlatmalarıydı. Herkes sırayla anlatıyor ve derine inen sohbetler oluyordu. Kimisi, ilk doğum gününde ona alınan hediyeyi hâlâ sakladığını anlatıyor, kimisi öğretmeninin kulağını çektiğini… Ben de çemberin tam ortasında onları dinliyordum. Loş bir ışıkla, mumlar dizilmiş, enerjisi yüksek, güzel bir alandı.
Sonra birine sıra geldi ve konuşmaya başladı. Sesi o kadar inceydi ki, önce bir çocuk konuşuyor sandım. Kafamı kaldırıp dönüp baktığımda, o takım elbiseli ağır abinin, çocukluğuna dönüp, o çocuk ses tonuyla anlattığını gördüm. İçimde o an bir gülme patlaması yaşadım. Hemen kafamı eğdim. İçimden “Allah’ım, inşallah susar!” diyorum, ama susacağı yoktu. Küçükken bir kediye tekme attığını ve bunun için pişmanlık duyduğunu anlatıyor. Bunu anlatması ne güzel, sorun yok. Ama o kelli felli adamın beş yaşındaki ses tonuyla anlatması… Hayal edin artık: bıyıklı, göbekli ve takım elbiseli biri, bebek gibi konuşuyor.
İnsanlara baktım, belki gülen vardır diye, ama o kadar kaptırmışlar, o kadar derin dinliyorlar ki, bu beni daha da gülmeye itti. Kedinin rengini söylüyor, “Ah canım seni incittim, özür dilerim,” diyor, gözleri dolarcasına. Ben ise ortadayım, hayatımda ilk defa göbeğimden gülmeye başladım, yutkunuyorum artık. İçimden, “Allah aşkına, sus!” diyorum. Susmuyor, konuştukça konuşuyor. Artık göbeğimden gelen gülüşlerim gözyaşlarıma döndü ve hafif sesler çıkarmaya başladım, hıçkırır gibi. Sonra bir baktım, insanlar benim adamcağızın anlattığı hikâyeye duygulanıp ağladığımı sanıp, onlar da hafif hafif duygulanıp ağlamaya başladı. İnsanları o halde görmek, artık kendimi bıraktığım andı. Pos bıyıklı arkadaş, insanların ağladığını görünce daha çok duygulanıp, daha çok çocuksu sesiyle “Beni affet güzel kedicik,” diyip o da hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Allah’ım,” dedim, “ben neredeyim?” Ve kendimi cimcikledim, acaba bu bir rüya mı diye.
Bunu kendime dediğim anla, o çemberde yaşadığım an arasında takriben 1 ya da 2 saniye geçti. Şimdi size bu 2 saniyeyi anlatacağım.
- Merhaba ben Muzaffer Alemdar.
- Beni tanıyor musun?
- Hiç gördün mü beni?
- Evet gördüm.
- Çemberde gülüyordun.
- Evet, gülüyordum.
-Şimdi de gülme ve gözlerini kapa.
- Tamam!
7 yaşında, tombul, kıvırcık saçlı, beyaz tenli ve kırmızı şort giymiş bir çocuk, sarı küçük bir kediyi tekmeliyordu. Kedi önüme düşmüştü. Aldım kucağıma, korkmuştu... Yavaşça çocuğun yanına yaklaştım elimde o sarı kediyle. "Bundan sonra baban annene vurmayacak," dedim. Gözlerimin içine baktı ve gülümsedi, tombul yanakları yana şişip gözleri kısılmıştı. Gözlerimin içine baktı ve sevinçten ağlamaya başladı. Gözümü açtım, o küçük çocuk pos bıyıklarıyla karşımdaydı. Yavaşça gidip o tombul, sevimli çocuğa sarıldım. Hiçbir kelime etmeden durduk öylece.

Sonra handpanimin başına geçtim ve dokunmaya başladım melodilere. Bir melodi belirdi çaldıkça, notalarla oluşan sesin o büyülü frekansları fısıldadı kulağıma.
"Ne güzel çalıyorsun," diye.
Evet, hadi "çalmaya devam et!"
Tamam!
Şimdi gözlerini kapa, nerede olursan ol, derin bir nefes al, tut ve bırakırken kötü bir anını düşün. En ince detaylarına kadar bir müddet düşün ve hisset.
......................................................................................................................
Şimdi gözlerini yavaşça aç ve "çalmaya devam et." Rüzgâr gibi ese ese, çiçek gibi sola sola, güneş gibi parlaya parlaya...




Yorumlar