ÇİNLİ KIZ VE TİBET KASELERİ!
- Muzaffer Alemdar
- 18 Eki 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 19 Eki 2024
Çinli kız ve tibet kaseleri:
Tayland Phangan sahilinde handpan çaldığım bir gündü. Deniz kenarında, arkadaşlarla müzik yapıp bir çember oluşturduğumuz o anlardan biriydi. Kumların üzerinde, Tayland pazarından aldığım renkli örtünün üstünde oturmuş, etrafı izliyor ve handpanime dokunuyordum. Handpan çalmaya başlayınca, yaklaşık 10-15 dakika onunla bir uyumlanma yaşayıp birbirimizi hissederiz. Bağlanma sürecine geçtiğimizde, gözlerimi kapatıp ortaya çıkan melodiye teslim olur, notalarla birlikte meditatif halin coşkusuyla kayboluruz..
Gözlerimi açtığımda, denizle güneşin buluştuğu ufukta, birinin dans ettiğini fark ettim. Çaldığım ritimle coşkuyla kollarını sallıyor, özgürce dans ediyordu. Güneş batmak üzereydi, turuncu ve pembe ışıklar suyun üstünde yansıyordu. Çalmam bittiğinde o da yavaşça durdu ve yanıma geldi. Gözlerine baktığımda, yüzündeki huzurlu tebessümle Çinli bir kız olduğunu fark ettim. “Hello” dedim, ama cevap vermedi; sadece gülümsedi ve başını salladı. Bir süre öyle oturduk. İngilizce “Acıktın mı?” diye sordum, yine cevap vermedi. Elimle yemek yeme hareketi yaparak, “Yemek yemeye gidiyorum, sen de gelir misin?” dedim. Yine başını salladı ve beni motoruyla takip ederek birlikte yemek yiyeceğimiz yere gittik.
İngilizcesi yoktu, benim de sınırlıydı. Birkaç kez telefonla translate kullanmayı denedim, ama o hep nazikçe reddetti. Sanki kelimelere ihtiyaç duymadan anlaşabileceğimizin farkındaydı. Fıkralardaki gibi bir Türk ve bir Çinli, yan yana, sessizce oturduk.
Sonrasında bana Çince mesajlar, ben de ona Türkçe mesajlar göndererek buluşma yerimizi belirliyorduk.
Gündüzleri ormanda şelaleye gidiyor, akşamları da gün batımını izlemek için sahile inip müzik yapıyorduk. Ben handpan çalarken o hep çoşkuyla dans ediyordu. Hava kararınca kumların üzerine uzanıp yıldızların altında, ben ona Türkçe, o da bana Çince yıldızları anlatıyordu.
Motorla adanın yollarında rüzgarı hissederek dolaşıyorduk. Mesela, ona Türkçe “Su içer misin?” diye sorduğumda, Çince bir şeyler söylüyor; sonra gidip ona su getiriyordum ve içiyordu. Yavaş yavaş bu sohbetlerimiz uzun soluklu muhabbetlere dönüşmeye başladı.
Bir akşam, yemek yerken yanımıza gelen bir Türk, “Abi, ne kadar güzel Çince ve Türkçe konuşuyorsunuz, Çin’de mi yaşadın?” diye sordu. “Hayır,” dedim, “ben Çince bilmiyorum, o da Türkçe bilmiyor.” Kaşık ağzında kaldı şaşkınlıktan. “Peki, ne konuşuyorsunuz böyle saatlerdir?” diye sordu. “sessizliği” dedim gülümseyerek. Yanındaki arkadaşlarını çağırıp durumu anlattı, herkes şaşkınlıkla bize bakıyordu; fotoğraflarımızı da çektiler. Onlar için de ilginç bir anı olsa gerek.
Üç hafta boyunca sadece ismini bildiğim Çinli bir kızla, kelimeler olmadan, enerjinin diliyle bir yolculuk yaptık. Kelimelerle anlaşmıyorduk ama belki de Jun'u, annesinden bile daha iyi tanımıştım.
“Sevginin dili yoktur” cümlesini bu üç hafta boyunca derinlemesine deneyimledim. İkimiz de bir teslimiyet halindeydik. Ama bu teslimiyet birbirimize değil, kendi içimizeydi. O anın akışına, içinde bulunduğumuz deneyime teslim olmuştuk. Jun’un da seslere karşı bir hassasiyeti vardı ve bizi kelimeler olmadan bağlayan şey, sesimizin içindeki sessizlikti.
Tayland’a götürdüğüm Tibet kaseleri ve enstrümanları birlikte çaldığımızda, onun bu enstrümanlarla daha önce hiç tanışmamış olmasına rağmen, o özgür ve içten vuruşları bana öğreten oldu! Bir gün, Jun Tibet kaseleriyle oynarken titreşimleri bedenimin belirli enerji alanlarında hissettim. Bu hissedişimden sonra onunla her buluşmalarımızda, Tibet kaselerini kullanmasını istiyor ve çakralarımın uyarıldığı noktalarda onun tibet kaselerine vuruş aralığını ve yerlerini işaretliyordum. Ve zamanla ses terapilerimde kullanacağım, yoga da üst üçgen olarak ifade edilen; kalp, boğaz ve taç çakra için bir teknik geliştirdim ve bu tekniğe "Jun Frekansları Tekniği"

adını koydum. Şimdilik bu tekniği öğrencilerimde kullanıyor, ileri de vereceğim ses meditasyonu eğitimlerimde ise, ses meditasyonu uygulayıcısı olmak isteyenlere öğreteceğim. Jun ile karşılaşmamın sebeplerinden biri, ses terapilerimde yeni yöntemler keşfetmemi sağlamaktı.
Peki, bu enerjisel süreci günlük hayatımızda nasıl fark edilebiliriz?
Şimdi sizden gözlerinizi 2-3 dakika boyunca kapatmaya hazırlanmanızı rica ediyorum…
Dinamik bir meditasyon yaparak bu soruyu derinlemesine hissedeceğiz.
Sevdiğiniz birini gözünüzde canlandırın; anneniz, babanız, çocuğunuz, sevgiliniz, bir arkadaşınız ya da belki evcil hayvanınız... Onu düşünün. Kelimeler olmadan, sadece düşleyin, o sevgi bağını hissedin ve şu soruyu kendinize sorun: “O kişi hiç konuşmasa dahi, ona olan sevgim azalır mı?”
.............................
Şimdi gözlerinizi açın.
Sevgi, kelimelerle sınırlı değildir; sevdiğinizde hissettiğiniz o duygu, sözcüklerle tanımlanamaz. Hiç konuşmasanız bile, bu bağ ve sevgi hep var olacaktır, o yüzden "sevgim azalmaz" diye cevap verdiniz kendinize. Çünkü sevginin özü, sessizliğin içinde kendini ifade eder.
Şimdi biraz daha derine inelim. Sessizlikte o kişiden neler öğrendiğinizi düşünün: hareketleriyle, enerjisiyle, bir bakışıyla, gülümsemesiyle... Bu öğrenme, kelimelerin ötesindeki enerjinin dilidir ve sadece biraz önce düşündüğünüz kişiyle sınırlı değil, gözünüzün gördüğü her şeyle çalışır! Bu farkındalık hali, yogada “pranayama”, yani yaşam enerjisini deneyimleme halidir de.
Bu, kelimelerin ötesindeki enerjiyi fark etme halinizden sonra, hayatınızın her anında size rehberlik eden sembolleri görebilecek farkındalık halini deneyimleyeceksiniz; bir Çinli kızdan, bir karga, belki de bir ağaçtan... Çünkü bu dil, kelimeler olmadan, sevginin diliyle ortaya çıkar ve şu an bu yazıdan kafanı kaldırıp baktığın her şeyde var olur; sen hazır olduğunda ve zamanı geldiğinde!
Yorumlar