top of page

ÇIPLAKLAR KAMPINDA BİR MEDİTASYON YOLCULUĞU!

Güncelleme tarihi: 31 Oca

Çıplaklar kampında bir meditasyon yolculuğu:

Tayland’da Koh Samui’de bir ay geçirdikten sonra, Koh Phangan adasına doğru yola çıktım. Yanımda iki büyük bavul; birinde Türkiye’den getirdiğim ses meditasyon aletlerim, diğerinde kişisel eşyalarım. Büyük bir gong, sırtımda 20 kiloluk handpan ile, neredeyse 80 kilo ağırlığında bir yük taşıyorum. Ancak bu yük, ruhumun ağırlığı kadar kutsal bir yük; her parçası, yolculuğuma eşlik eden bir sembol…


Phangan’da ilk aylarda hostelde kaldım, sonrasında ise ormanın içinde, doğanın kalbinde tek katlı küçük bir ev buldum. O ilk günüm, bavullarımı hostele bıraktıktan sonra bir motosiklet kiraladım ve adanın patikalarına kendimi bıraktım. Sırtımda handpan motorumla dolaşırken, müzik yapan ruhlar, şarkı söyleyen dostlar buluyor, onlarla bir titreşim içinde buluşuyordum. Bu benim ingilizcemi geliştirmem içinde oldukça keyifliydi. O ilk gün sıcağın içindeki serinleme isteği beni sahile yöneltti. Sahile geldiğimde herkes mayosuyla denize giriyor, güneşleniyordu. "Oh be" biraz sonra denize gireceğim. Ama önce kumda biraz yürüyüş yapıp denizin enginliğini izlemek istedim. Ayaklarım kumun ve denizin serinliğini hissederek; sırtımda handpan, altımda şalvar, denizin o muhteşem enginliğini seyrederek yürüyorum. Biraz fazla seyre dalmışım ki sahilin sonuna geldiğimi fark ettim. Geri dönerken yanımdan koşan çıplak bir adam geçti, sonra bir kadın da önümden çıplak olarak denize atladı. "Allah Allah" dedim, biraz önce herkes mayoluydu! Acaba aydınlanıp gözlerimin önündeki perde tamamen ortadan kalktı da insanları çıplak mı görmeye başladım, diye düşünürken. Bir adam seslendi "hey gel buraya, handpan çalarız" dedi. İki kişiydiler. "teşekkür ederim, biraz yürüyeceğim dedim ve hemen yürümeye devam ettim. Herkes çıplaktı. Denize bakıp yürümekten meğersem çıplaklar kampına kadar gelmişim. Şalvarlı ve sırtında handpan olan tek kişi bendim ortada öylece! İçimden huzurlu bir fısıltıyla, “Ne güzel bir deneyimin içindesin, Muzaffer!” dedim ve kendimi tamamen o anın akışına bıraktım. Gerçi akışa bırakmıyoruz kendimizi, bizzat akışın ta kendisiyiz!

On, on beş metre yürüdükten sonra iki genç kadın, “Hey, gelsene!” diye seslendi. Bu sefer bu daveti geri çevirmedim ve hemen yanlarına oturup havlumu serdim. Tanıştık, muhabbet etmeye başladık. İngilizcem, sanki eski Fenerbahçeli Nijeryalı futbolcuların tatlı Türkçesi gibi; kulağa sıcak, samimi geliyor. Bu halim hoşlarına gitmiş olmalı ki, sohbetimizin enerjisi daha da güzelleşti. Söylediklerinin çoğunu anlamasam da, aralarda "yes" demeyi de ihmal etmiyorum. Kızlar çıplak, ben şalvarımla oturuyorum. İçimden bir ses, “Acaba ben de mi çıkarayım?” diye fısıldıyor, için için. O an utangaçlığın hafif ama tatlı bir dokunuşunu hissettim; o kadar zamandır unuttuğum bu duygu, içimde bir kapıyı araladı.


Yogada uyumlanmak diye bir kavram vardır. Bu uyumlanma süreci, kişinin enerjiyi yönlendirmesi için karşımıza çıkan fırsatlardır. Mesela, gittiğin bir yerde senin frekansında olmayan bir enerji hissetmediğinde o enerjiye uyumlanmak gibi. Bu uyumlanma hali, çıplaklar kampında bir ritüele dönüşecek gibiydi.

Ayağa kalktım, gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Yavaşça mayomu çıkarmaya başladım. Mayoyu yavaş yavaş iki, üç dakika boyunca gözlerim kapalı bir halde çıkardım. Bu mayoyu çıkarış sürecim, Hindistan'daki ashramlara (inziva merkezleri) gidip derin meditasyon yapmak gibi bir deneyimdi. Farkındalıkla baktığında, ashramı bir mayoda bile bulabilirsin aslında, hem de hiç aramadan.

Artık tamamen çıplaktım ve hayatımda ilk defa çıplak insanlara, ben de çıplak bir şekilde handpan çalacaktım. Handpan’i aldım, gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve notalara kendimi bıraktım. Çalarken kendimle ve notalarla aramdaki sınırlar kayboldu, akışın içinde, sanki zaman durmuştu. Bir süre sonra gözlerimi açtığımda, etrafımda yaklaşık 30 kişilik bir çember oluşmuştu. Kimisi dans ediyor, kimisi sessizce dinliyordu.

bir meditasyon macerası
bir meditasyon macerası

Fiziksel bedenleriyle hepsi farklı renklerde, farklı tonlardaydı; ama hepimiz aynı bütünün bir parçası, aynı akışın içinde buluşmuş gibiydik. Bu deneyim hali, ne bir teknik, ne bir terapi ne de gittiğim bir tapınak sayesinde olmuştu. Mavi, Tayland pazarından aldığım bir don bana bu alanı açmıştı...


Meditasyon, gözleri kapattığımız da değil, gözler açıkken, yani farkındalığın en saf haline geçtiğimizde başlıyor. Gözlerimizi kapatmadan, çevremizdeki dünyayı, yanı başımızdaki yaşamı ve anı tüm sadeliğiyle kabul ettiğimizde, gerçek anlamda meditasyona adım atıyoruz. Meditasyon, yalnızca içe dönmek değil; aksine çevremizde olan her şeyi, en ufak detayına kadar görmek, hissetmek ve onlarla bütünleşmek demektir.

Görmek, gerçek anlamda bakabilmekle mümkün. Yakını, yanı başımızdakini fark etmeden uzakları göremeyiz. Küçük olanı idrak etmeden büyüğe erişemeyiz. Küçükten başlayan bu dikkat ve şefkat, bizi daha büyük hakikatlere, daha derin anlayışlara taşıyor. Tıpkı bir ağacın kökleri gibi; kök ne kadar derinlere, küçük damarların içine kadar uzanırsa, ağaç o kadar büyük ve güçlü bir şekilde göğe yükselir.


Peki, küçük ne?

Meditasyonun bize fısıldadığı şey aslında "küçük" olanın değerini hissetmek. Küçük dediğimiz şey, her gün gözümüzün önünde olup çoğu zaman fark etmediğimiz detaylar: bir çiçeğin yaprağı, sessiz bir dostun bakışı, güneşin bir yaprağa düşüşü, bir çocuğun kahkahası ya da mavi bir mayo... Küçük, sandığımızın aksine sıradan değil; bilincimizin çemberinde sürekli dönen ve farkına vardığımızda içimizde şükran uyandıran her şey.


Peki, büyük olan ne?

Bir çiçeğin yaprağı, sessiz bir dostun bakışı, güneşin bir yaprağa düşüşü, bir çocuğun kahkahası ya da mavi bir mayo!

 
 
 

Yorumlar


© 2023 by Muzaffer Alemdar Tüm hakları saklıdır.

MESAJ GÖNDER

 

​​

​muzafferalemdar1@gmail.com

  • Black Instagram Icon
  • Black YouTube Icon
bottom of page